Farklılıkları oluşturan, koşulların farklı olmasıdır. Fiziksel görünüşümüzden, duygu, düşünce ve davranışlarımıza kadar, tüm farklılıklarımız, bizi oluşturan genler ve koşulların farklılığı ile şekillenir.
Başka bir anlatımla, genleri aynı olan (dolayısıyla cinsiyeti de aynı), tek yumurta ikizleri, aynı zaman, aynı yer, aynı iklim, aynı ortam, aynı bilgiler, aynı görgüler, aynı deneyimler, aynı yiyecekler, aynı mikro organizmalar, aynı ışık koşullarında; aynı kişilerin, aynı duygu ve davranışlarıyla karşılaşan iki kişinin görünüşü, zekası-yetenekleri, duygu, düşünce ve davranışları da aynı olur. Tıpkı seri üretilmiş, kusursuz bir robot gibi. Farklılıklar olmasa hayat ne kadar monoton, ne kadar sıkıcı olurdu.
Farklılıklarımızı oluşturan şey bu koşullardan birinin veya birçoğunun farklı olmasıdır.
Öyle ise kimse kimseden üstün değildir, üstünlük gibi görünen şey bu koşulların farklılığının bir sonucudur ve bu koşulların farklılığına benim katkım ne kadar olabilir?
Kralın tek, büyük veya en güçlü oğluysam kral olmam, Rothshilds ailesinin varisiysem, zengin olmam, benim marifetim olmadığı gibi, akıllı, sağlıklı ebeveynden doğup, akıllı sağlıklı olmamda benim marifetim olamaz. Çinlinin kısa, Afrikalının siyah olmasıda, birinin Müslüman , diğerinin Budist veya deist yada ateist olması da, koşulların ürünüdür, bir çeşitliliktir, hayatın rengidir.
Öyle ise üstünlük taslamanın, hindi gibi kabarmanın kime yararı var, empati yapan (empati yapmasını engelleyecek bir rahatsızlığı yoksa), bulunduğu duruma şükreden, hem kendisi için hem de aynı şartlarda olmayanlar için hayatı kolaylaştırır. Kimse kimseye rol yapmazsa, ilişkiler daha samimi, daha gerçek, daha sağlıklı olur. Engin S. Darıca , 2025
Kapitalizm herşeyi parayla satar, en başta da mutluluğu, daha doğrusu mutlu olabilme hayalini satar.
Ucuz gazlı bir içecekten tutun da, lüks bir arabaya, yata, kata, saraya kadar herşeyi ama herşeyi
satın aldığınızda ancak mutlu olabileceğimiz yalanını beynimize nakşeder, reklam denen beyin yıkama yöntemi ile.
Reklamlar kapitalizmin en büyük iki silahından biridir. Diğeri de kapitalin kendisidir.
Reklamlarda kullanılan yöntem, özendirme, özdeşleştirme ve beyne silinmez bir şekilde nakşettirmek için gereken tekrarlardır.
Oysa reklam yerine ürünün gerçek (ölçülebilir) özellikleri tanıtılmalı, özendirilmemeli, kamu otoritesi reklam vereni değil
halkını koruyacak düzenlemeler yapmalı, gereksiz tüketimin önüne geçmeli. Gereksiz bir ürünü tüketirken o ürünün üretim aşamasından, atık hale gelene kadar çevreye verdiği zarar düşünülmeli, ihtiyacımız olmadan tükettiğimiz herşeyle birlikte çevremizi, yaşam alanımızı da tükettiğimizin farkında olmalıyız.
Engin S.
Savaş ciddi bir travmadır , insanın psikolojisini bozar, özellikle de uzun süreli olursa. Önce acımasızlığa alışılır, şiddet kanıksanır , uzun sürerse zararı daha fazla olur. Vietnam savaşından sağ dönen birçok askerin başına gelenler gibi, psikolojileri bozuldu, intihar edenler oldu.
Modern dünyada savaşlar sadece silahla olmaz , kapitalist sistemde ekonomik savaşlar vardır ve ömür boyu sürer. Buradaki savaşta bir kurşun gibi sizi anında öldürmez ama aç bırakır, sokakta bırakır, hasta eder , yavaş yavaş öldürür.
Kapitalist sistem size bu ekonomik savaşta sadece HAYAT da kalmayı değil artı MUTLU olmayı , ÖZGÜR olmayı , FARKLI olmayı , İMTİYAZLI olmayı da vaad eder.
Bu kadar güzelliğe kim hayır diyebilir , üstelik REKLAM gibi güçlü EKONOMİK SİLAHI varken. Güzeller güzeli bir kız, bazen erkek X marka aracın üstünde davetkar bir bakışla, bu araca sahip olursan benim gibi birine kavuşursun mesajını beynimizin derinliklerine gönderdiğinde , korteks (Beynin bilinçli düşünen kısmı)emin olun devre dışı kalır çoğu zaman ve duygularımızın etkisiyle gereksiz satın almalar yaparız.
Şimdi tek tek bakalım sistem bize vadettiklerini verebiliyor mu?
HATAT da kalmayı , büyük ölçüde verebiliyor. Özellikle fizyolojik ihtiyaçlar fazlası ile karşılanıyor. Güvenlik riskleri zenginlikle orantılı olarak artsada , güvenlik tedbirleriyle riskler azaltılabiliyor.
İMTİYAZLI olmayı büyük ölçüde verebiliyor, bu savaşın galipleri SARAY larda oturup VIP salonlardan geçip , DÜNYA SİYASETİNE yön vermek gibi ekonomik savaşın mağluplarının yapamayacağı bir çok şeyi yapabiliyor.
FARKLI olmayı büyük ölçüde olmasada verebiliyor, zengin olanla olmayan arasındaki fark büyük olsada, zenginlerin kendi aralarında çok büyük farklılıklar yaratmaları o kadar kolay değil.
ÖZGÜR olmaya sıra gelince işler zorlaşıyor, işinin kölesi olmayanın fazla başarısı da olamaz, zira işleri bir an boş bırakmak , yarışta hayli geri kalmak demektir. Araba yarışında şurada güzel bir şey gördüm dur bakayım diyenin kazanma şansı varmıdır?
MUTLULUK, işte asıl aldatma burada üstelik bu aldatmanın aldatanıda aldanmış durumda. Savaş ortamında helede uzun süreliyse, insanın mutlu olması sadist olmasıyla mümkündür ancak , kaldı ki aslında o da gerçek mutluluk değil hazdır, geçici bir haz.
Ekonomik savaş(Rekabet) ortamını da duygusal beynimiz gerçek savaş gibi algılar ve strese girer, çünkü milyonlarca yıllık evrim sürecimizde ki karşılığı gerçek savaştır. Ekonomik savaşı ilkel(duygusal) beynimiz bilmez, korteksimize(beynimizin düşünen kısmı) düşen görev de , libidomuzun bize hataya düşerek al dediği o arabayı vs. yi almak için mantıklı gerekçeler üretmekden öteye gidemez çoğu zaman.
Oysa ki o arabayı içinde kız (yada erkek) olmadan verirler, dünya kadar da paranı (emeğini, zamanını) alırlar. Libido da bir hayal kırıklığı ve mutsuzluk. L
Evlilik için de, durum çok farklı değildir. Birinci nesil zenginlerden değilse, kapitalist evliliğini de planlamak zorundadır, eş seçimini, işlerinin gelişimine yapacağı katkıda etkiler. Evlendikten sonra, iş çıkışı, iş için istemediği davetlere, toplantılara katılmak zorundadır.
Bu kadar hesaplı ve ömür boyu süren savaşta yüksek stres düzeyi, kişiden kişiye değişmekle birlikte mutsuzluk kaynağı olur. Senede birkaç hafta tatil de yeterli olmaz, isterse 180m. yatın olsun.
Bir arslanın avını yakalayıp yemek için 8 -10 saat koştuğunu düşünebiliyor musunuz?
Yemeğini yiyemeden çatlar ölür hayvan.
İnsan için de durum çok farklı değildir. Milyonlarca yıllık evrim sürecinde oluşan vücut sistemimizin, toprağı ekmeyi öğrenip kısmen yerleşik düzene geçtiğimiz 10.000 yılda değişmesini yeni şartlara uygun evrimleşmesini bekleyemeyiz. Bu durumda kurduğumuz sistemleri bünyemize uydurmak zorundayız, mutlu olmak için.
Engin S. Darıca, 2023
Ahlaksızlığın (dürüst olmama, etik dışı davranmanın) ve açgözlülüğün yaygınlaşmasıyla orantılı olarak, sorun çözmek için oluşturulan kurumlar (Adalet, Sağlık, Eğitim, Güvenlik, Belediye v.s) git gide sorunları çözemez hale gelir.
Bu durum tüm toplumu zaman zaman (işi düştükçe) rahatsız eder ve çözüm için yeni yasal düzenlemeler talep edilir. Sorun gerçekten yasaların eksikliğinden veya yanlışlığından kaynaklanıyor olsa ve doğru bir şekilde değiştirilse bile, yasaların kağıt veya dijital materyaller üzerinde öylece durduğu ve insanlar tarafından doğru uygulanmadığı takdirde hiçbir işe yaramayacağı , göz ardı edildiğinden ilk akla gelen doğru yasaların doğru uygulanabilmesi için cezaların artırılması düşüncesidir. Elbette ceza korkusu, sağlıklı insanların yasalara uyumunu artırır ama sağlıksız olanlar üzerinde o kadar etkili olmaz. Ayrıca açgözlülük ve ahlaksızlık belirli bir oranın üzerine çıktığında, yasaları kendi çıkarı için uygulamayacak kişilerin sayısı da o oranda artmış olur. Şanlıysanız açgözlü olmayan, ahlaklı(etik değerlerine sadık) kişilere denk gelirsiniz ve hastanız suistimale uğramaz, adalete işiniz düştüyse hakkınızı alırsınız, çocuğunuz alması gereken eğitimi alır vs. ; şansınız yaver gitmezde açgözlü, ahlaksız bir hekime çocuğunuzu emanet ederseniz, yada kendinizi, ne olur?
Halk arasında bir deyim vardır, “ iki kişiyi sallandır, ibret alem için, bakalım yapan oluyor mu” diye .
Kaç kişiyi sallandırırsan sallandır, ibret alamayacak, kendine hakim olamayan insanlar vardır ve bir daha yapan olur. Dahada önemlisi adalet beklediğin kişi aç gözlü , bir ahlaksız ise ne olur? Onu da başka biri yargılar değil mi? Evet ama aç gözlülük ve ahlaksızlığın arttığı oranda , doğru uygulamacıyı bulmak giderek zorlaşır.
Bu sorun nasıl çözülür diye düşünüldüğünde, ilk akla gelen “Allah Korkusu” dur. Allahtan korkan bunları yapmaz diye düşünülür. Kimin Allahtan korktuğunu, kimin korkmadığını nasıl bilebiliriz? Kaldı ki bilsek bile Allahtan korkmayanları veya Allaha inanmayanları ne yapacağız? Kaldı ki insanların yaptığı yasaları, Allahın yasası olmadığı için kabul etmeyenler veya tanrıyı kıyamete zorlamayı inancı gereği görenleri ne yapacağız? Herkesi doğru bildiğimiz bir inanca zorlayamayız, zorlasak bile sonuç alamayız, insanlar korkudan inanmış görünürler, sonuç yine değişmez.
Sorunların çoğu, kapitalizmin yarattığı açgözlülük ve doyumsuzluktan kaynaklanıyor. Kapitalizm ürettiği ürünlerin satılması için reklamlarla insanları gereksiz tüketime sevk ediyor ayrıca yine kapitalizmin yarattığı gelir adaletsizliği, günümüzde eskiye oranla iletişim olanaklarının artmasından dolayı, çok fazla göz önünde ve bu durum insanları etkiliyor. Parası görece az olan insanlar, çok olanların yaşamından veya dizilerdeki herkesin holding sahibi olduğu sanal yanılgısından , reklamlardan, çevresinde gördükleri lüks den etkileniyor ve daha fazlasını istiyor, arzu ediyor.
Emeğinin karşılığını alamayan veya alsa bile o karşılık , gördüğü ve etkilendiği hayatı yaşamasına yetmeyen kişilerin yoldan çıkmasının (ahlaksızlığının) sebebi, açgözlülük , açgözlülüğün sebebi de kapitalizmin gelir adaletsizliği ve bunu herkesin gözüne sokması , reklamlarla gereksiz tüketime zorlaması, zenginliğin kaynağına bile bakılmadan kutsanması, değerler silsilesinin yanlış olmasıdır.
Dürüstlüğün paradan daha az değer gördüğü bir toplum düşünün. Şener Şen’in oynadığı “Namuslu” filmi böyle bir toplumu hicveder. İnsan kendisine değer verilsin ister bu temel ihtiyaçlarımızdandır. Kendisini değersiz hisseden kişi bunalıma girer bir süre sonra intihar edebilecek hale gelir.
Namuslu filmindeki gibi dürüst olduğunuz için değer görmüyor, paralı olduğunuz için değer görüyorsanız yani dürüst olan değil, paralı olan toplumda değer görüyorsa, yemek gibi , su gibi temel bir ihtiyaç olan saygı göreme değerli olma ihtiyacını karşılamak için kişi elinden geleni ardına koymayacaktır. Temel soru, toplum parası olana değil de dürüst olana değer verseydi, saygı gösterseydi yani değerler silsilesinde dürüstlük, çalışkanlık, paranın üzerinde olsaydı sonuç ne olurdu?
Dürüst ve çalışkan olan değer görme ihtiyacını karşılamış olacak ve yoldan çıkmayacaktı. Parası daha çok olan da belki çalışanlarını işyerine ortak edecekti, saygı görmek için.
Bu şekilde doğru ortak değerlerde birleşmiş toplumlarda sistemler tıkır tıkır çalışır. İnsanlar sağlıklı ve mutlu yaşar. Engin S. 26.10.2024 Darıca
İnsan ihtiyacından fazla kalori aldığında, kilo alır, kilolarından kurtulamaz ve kilo almaya devam ederse, şeker - insülin mekanizması bozulur, obez olur.
İhtiyacından fazla kazanan insan da, tatmin mekanizması bozulana kadar, kazanmaya devam ederse ruhsal obez olur.
Nasıl mı?
İhtiyacından fazla kazanmak, kolay bir şey değildir. Çok çalışmayı, her türlü sınırı (bazen etik sınırları da) zorlamayı gerektirir. Çalışırken sınırları zorlamak ve başarmak zevk verir, çünkü biyolojimiz buna göre oluşmuştur. Çok yorulduğumuzda kaslarımız acı çeker ve bu acıyı dindirmek için endorfin salgılanır, endorfin acıyı keser, zevk verir. Ayrıca başarmanın verdiği gurur ve üstünlük hissi seratonin salgısıyla bizi ödüllendirir. Buraya kadar olanlar biyolojimize uygundur ve tatmin mekanizması henüz bozulmamıştır. Ancak, başka zevklere zaman ayırmayan ve aynı yöntemle nefes almadan çalışmaya ve kazanmaya devam eden insan, bir süre sonra “Hedonik Adaptasyon” nedeniyle daha fazlasını yapmadan zevk almamaya başlar, kolay gelen kazanç mutluluk kimyasallarını harekete geçirmez ( morfin bağımlısının ilk dozlardan sonra daha fazlasına ihtiyaç duyması gibi ), işte bu noktada tatmin mekanizması kısır döngüye girmiş, “Ruhsal Obezite” başlamıştır.
Ruhsal Obezite'nin sakıncaları
Ruhsal Obez için:
Daha çok çalışıp, daha fazlasını başarınca, daha az mutlu olmak. Başaramayınca mutsuz olmak.
Çalışmayınca mutsuz olmak, tatminsizlik.
Başkaları için :
Ruhsal Obezler, yendikleri (RO veya değil) rakipleri için,
Çalışanlarına yeterli ücret vermeyen RO ler, çalışanları için,
Başarılarını veya servetlerini görüp kıskanalar için, mutsuzluk kaynağıdır.
Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu (SOFI) Raporunda, 2021'de dünyada 3,1 milyardan fazla insanın, sağlıklı beslenmek için gereken ekonomik imkânlara sahip olmadığı, yaklaşık 735 milyon insanın açlıkla karşı karşıya olduğu ifade ediliyor.
Bu durumdan , global ölçekte, tohum, ilaç, gübre, enerji ve silah sanayisinde, hakim konuma geçmiş fiyat belirleyici RO lerin sorumluluğu nedir acaba? Tohum ilaç neysede silah sanayisinin açlıkla ne ilgisi var demeyin, silaha harcanacak parayla açlar doyurulur, bırakın doyurmayı, silahı kafalarına dayayıp ellerindekini de alanlar var.
Temel ihtiyaçlarını karşılayamayan 3 milyardan fazla insan nasıl mutlu olsun. Kaldı ki dünyanın geri kalanı da nasıl mutlu olacağını bilmediği veya ekonomik ve siyasal sistemler yeterince uygun olmadığı için, yeterince mutlu değil. Mutsuz insanların bir kısmı kendi hayatını, bir kısmı ise başkalarının hayatını kısaltıyor.
Hedonik adaptasyon, olumlu yahut olumsuz olaylar karşısında tepki olarak yükselen ya da azalan mutluluk düzeyinin yeniden bu olaylardan önceki hâline (denge noktasına) dönmesi eğilimidir. Bu terimi "Brickman & Campbell" bulmuştur.
Hedonik adaptasyona sebep olan, vücudumuzdaki bazı kimyasalların çalışma şeklidir. Şöyle ki ; mutluluğumuzla ilgili olduğu öne sürülen, dört kimyasal (dopamin, oksitosin, seratonin ve endorfin) ile bizi risklerden koruyacak tepkiler vermemiz için uyaran "kortizol" (az salgılandığında stres, çok salgılandığında korku hissi verir), dönüşümlü olarak devreye girer, hiç biri sürekli salgılanmaz, eğer bunlardan biri bile sürekli salgılansaydı, bugün hayatta olamazdık.
Sayfa 2 / 5